Türk siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri hiç şüphesiz 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir.
40 yıllık siyasi hayatında darbelerle yüzleşen, kimi zaman şapkasını alıp giden, kimi zaman meydan okuyan Demirel, defalarca iktidardan düşse de kalkmasını bilmiş; siyasi kariyerini zirvede sonlandırmıştı. Söz ustalığı ve nüktedanlığıyla da tanınan Demirel, devleti yönetmenin zorluğunu ifade etmek için sık sık, “Türkiye yönetilemez, idare edilir” sözünü tekrarlardı.
Eski Türkiye için bu söz elhak doğruydu. Devlet içinde pek çok güç odağının bulunduğu, kurumların bırakın koordine olmayı, birbirlerinin ayağına bastığı ve önünü kestiği eski Türkiye’de devleti yönetmek gerçekten imkansızdı. Siyasiler de Demirel’in veciz şekilde ifade ettiği üzere ülkeyi yönetmekten çok ‘idare’ etmenin peşindeydiler. Bu tablo içinde günü kurtarma çabalarıyla yıllar heba olup gitti. Bedelini de tüm millet ödedi, ödüyor…
Elazığ depremi başta olmak üzere içerde ve dışarıda yaşanan pek çok önemli gelişme, bana Demirel’in bu sözünü hatırlattı. Öncelikle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, çok başlılığın hakim olduğu ve devletin yönetilemediği günler çok eskilerde kaldı. Artık devlet kurumları arasında (eksikliklere rağmen) tam bir koordinasyon dikkat çekiyor. Hem asker ve polis başta olmak üzere güvenlik kurumları, hem de diğer müesseseler siyasi iradenin liderliğinde hızla koordine olabiliyor.
Elazığ depreminde devletin hızla bölgeye ulaştığını ve yaraların sarıldığını gördük.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Çevre Bakan Murat Kurum günlerce bölgede kalıp afet yardım sürecini koordine etti. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgeye gidip yaraların sarıldığına bizzat şahitlik etti.
Afet durumunda millettin gözü devletin üzerinde olur. Vatandaş, devletin uzatacağı yardım elini bekler. Devletini yanında görmek, afet yıkımına uğramış insanlar için çok büyük moral ve motivasyon kaynağıdır. Bu bağlamda Elazığ depreminde devletin gösterdiği refleks kayda değerdir.
Aynı şekilde dış politikada yaşanan baş döndürücü gelişmeler karşısında Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri, TSK ve diğer kurumların tek ses halinde kararlı bir duruş gösterdiğini izliyoruz. Şunu unutmamak lazım; Türkiye’nin izlediği bağımsız dış politika, doğudan batıya neredeyse bütün güç odaklarını rahatsız ediyor. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak üzere politika geliştirenlerin devlet kurumların arasındaki fikir ve tutum farklılıklarına oynamak istediğini biliyoruz.
Nitekim eski Türkiye’de, güvenlik ve dış politika konularında kurumlar arasındaki farklı tutumların teşvik edildiğine ve bu yöntemle ortak bir duruş sergilenmesinin önüne geçildiğine çok defa şahit olduk.
Bu tablo Türkiye’nin elini zayıflatırken bağımsız politika geliştirmesinin önüne geçiyordu. Şükür ki o günleri artık sadece ‘kötü bir anı’ olarak hatırlıyoruz.
Türkiye’nin yaşadığı bu tecrübeler, bugün sahip olduğumuz ortak ses ve kararlı duruşun ne kadar değerli olduğunu bize gösteriyor. İçeride birliğini ve kurumlar arası koordinasyonunu tam olarak tesis eden Türkiye, dış politikada etkili sonuçlar üretebiliyor.
Hemen her gün karşılaştığımız yeni bir gelişme, Türkiye’nin artık yönetilebilir olduğunu, yönetilebildiğini bize gösteriyor. Zannediyorum rahmetli Demirel de bugünleri görseydi, hakkı teslim eder ve “idare edilebilen Türkiye’den”, “yönetilebilir Türkiye’ye” geçildiğini yine veciz şekilde dile getirirdi.
Türkiye’nin ulaştığı bu nokta önemli ve değerlidir. Pek çok kritik hadisede önemini yeniden kavradığımız kurumlar arası koordinasyonu hassasiyetle korumalıyız.
Bu noktada Van’daki çığ faciasına da değinmek gerekiyor.
Öncelikle hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Bölge şartlarını bilenler için bu hadise, çığ gerçeğini bir kere daha hatırlattı.
Çığ, kış aylarında bölge açısından önemli bir tehlikedir. Doğanın nasıl afetler üretebildiğine bir kere daha şahit olduk. Bu konuda yeterli eğitim ve bilgilendirme düzeyine sahip olmadığımız görülüyor.
Özellikle çığ altında kalanları kurtarmaya gidenlerin ikinci bir çığ faciasına maruz kalması ve esas can kaybının burada yaşanması, alınacak çok ders olduğunu ortaya koydu. Çığ faciasına bir an önce müdahale etme arzusuyla gelebilecek ikinci çığın hesaplanamadığı görülüyor.
Evet, “araba duvara toslayınca yol gösteren çok olur.”
Bu nedenle konunun uzmanlarına akıl verecek değilim. Elbette ki bu hadiseden gerekli dersler çıkarılacak ve sonraki olaylarda kurtarma çalışmaları daha bilimsel ve doğa şartları gözetilerek yapılacaktır.
Ancak devletin yeterli ve doğru koordinesinde yaşanan küçücük aksaklıkların, büyük felaketleri önlemede yol açtığını sorunları yaşayarak gördük. Bu nedenle yukarıdaki hatırlatmayı bir kere daha yapmakta beis görmüyorum: Devletin kurumlarının siyasi irade liderliğinde tam koordinasyonu ile mümkün olan “Türkiye’nin yönetilebilirliği” altın değerindedir ve gözümüz gibi korumalıyız.
Aksi halde bedeli çok büyük oluyor…