DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

Suriye bir tercih mi, mecburiyet mi?

Yayınlanma Tarihi : Google News
Suriye bir tercih mi, mecburiyet mi?
reklam

Şüphesiz son günlerin en sıcak gündemi Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği İdlip merkezli operasyonlar.

Bu konu hem iç siyasetin hem de dış politikanın gündemi olmayı sürdürecek.

Akademisyenlerden gazetecilere, politikacılardan sokaktaki vatandaşa kadar hemen hemen herkesin bu konuda bir görüşü var. Ancak bu tartışma yürürken önemli bir noktanın ıskalandığını düşünüyorum.

İdlip merkezli sıcak gelişmeleri ve maalesef hepimizi derinden üzen şehit cenazelerini konuşurken en çok karşılaştığımız soru, “Türkiye’nin Suriye’de ne iş var” oluyor. Muhalefet kanadı bu soruyu iktidarı sıkıştırmak için sorarken iktidar cephesi ise hamasi cevaplar vermeyi yeğliyor.

Oysa Suriye’de geldiğimiz nokta, iç savaşın başladığı 10 yıllık süreç dikkate alınarak analiz edilse, Türkiye’nin Suriye’deki varlığının bir tercih değil mecburiyet olduğu çok açık görülecek.
Evet, “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”; lakin sanıyorum biz çok daha unutkan bir toplum olduk.
Gelin geriye dönüp Suriye’de yaşanan iç savaş sürecine bir daha bakalım.
Arap baharının başladığı 2010 yılında Türkiye, bu iç savaşı engellemek için yoğun bir mücadele verdi. Aylar süren bir diplomasi trafiği yürütüldü.

Esasında Arap baharının getirdiği ve Suriyelilerin talep ettiği, özgür seçimler yapılması ve demokratik sürecin işlemesi gibi en temel hak ve özgürlüklerdi. Yılların baskı rejimine karşı, asgari demokratik haklarını isteyen insanlar sokağa indiler. Suriye rejimi bu haklı talepleri karşılamak yerine savaş kararı verdi. Ve maalesef tarihin gördüğü en karanlık iç savaşlardan biri başladı.
İş savaşın iyice kızıştığı ve muhaliflerin üstünlük sağladığı 2012- 2013 yıllarında ABD ve Batı ülkelerinin Türkiye’yi iç savaşa müdahil olmak için kışkırttığını çok net biliyoruz.
Savaş uzadıkça, ABD’nin ve Batı ülkelerinin muhaliflere olan desteği her geçen gün azaldı. İlk başta askeri güç kullanarak Esad’ı devireceği izlenimi veren ABD ve AB ülkeleri, daha sonra muhalifleri Suriye yönetimiyle baş başa bırakıp geriye çekilmeyi tercih etti.

O süreçte Türkiye ise temkinli duruşunu korurken bir yandan da insani yardımlarını sürdürdü.
Rusya’nın ve İran’ın, Suriye’de savaşa Esad lehine müdahalesiyle muhalifler gerilerken büyük bir insani dram başladı. Türkiye, kadın ve çocuklar başta olmak üzere canını kurtarmak isteyen sığınmacılara kapılarını açarak insanlık tarihine altın harflerle yazılan örnek bir tavır aldı.
Bunları şundan dolayı hatırlatma ihtiyacı duydum: Suriye iç savaşı Türkiye’nin tercihi değildi. Bu savaşı durdurmak için de elinden geleni yaptı.

Esas kırılma noktası; Esad yönetiminin, bin yıllık sıcak denizlere açılma hayalini gerçekleştirme fırsatı yakalayan Rusya’nın desteği ile muhaliflere hiçbir şekilde yaşam hakkı tanımamaya yönelmesi oldu.

Esad ve Rusya, bugün İdlip’e sığınan milyonlarca insan için iki seçenek sunuyor: Ya öl, ya Türkiye’ye göç et. İç savaşın intikamını alma hırsıyla bu insanlara hiçbir şekilde topraklarında yaşama hakkı tanınmıyor. Oysa bunların içinde savaşla hiç ilgisi olmayan milyonlarca sivil, kadın, çocuk ve yaşlı insan var.

İşte Türkiye’nin itirazı burada yükseliyor. Suriye yönetiminin sivil halkı katletmesine ve yeni bir göç dalgasına engel olmak için İdlip’e askeri olarak müdahale etmiş durumda.

Türkiye başka ne yapabilir?
Ya milyonlarca insanın hunharca katledilmesine ya da bunların Türkiye’ye göç etmesine seyirci kalacak. Türkiye’nin sivil halkın dünyanın gözü önünde öldürülmesine seyirci kalmasını kimse beklememeli. Yeni bir göç dalgası da Türkiye’nin tahammül edebileceği bir seçenek değil. Suriyeliler meselesinin iç politikada da sürekli kaşındığını unutmayalım.

Dolayısıyla tek seçenek; bu insanların kendi topraklarında yaşamasına izin verilmesi. Türkiye, Esad yönetimini ve Rusya’yı bu tek seçeneğe ikna etmeye zorluyor. Gerektiğinde de güç kullanıyor.
Evet gelinen nokta çok tatsız. Suriye rejimi ile askeri olarak çatışmak ve bu topraklarda Rusya ile karşı karşıya gelmek hiç tercih edilecek bir durum değil.

Hele hele şehit cenazeleri, yediden yetmişe bütün toplumun yüreğini kanatıyorken.

Ancak unutmayalım, gelinen nokta kesinlikle Türkiye’nin tercihi değil.
10 yıllık iç savaşın dayattığı bir mecburiyetle karşı karşıyayız. Ve insanı önceleyen bir büyük devletin yapması gerekeni yapıyoruz.

Bu nedenle “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var” diyenlere şu soruyu sormak gerekiyor.

Ne yapalım?

Bırakalım Esad milyonlarca insanı öldürsün mü?

Ya da 3 milyonluk yeni bir göçmen dalgasına mı kapıları açalım?

YORUM YAP

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.